Kayıtlar

ANLAR

Resim
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya İkincisinde daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar Çok az şeyi Ciddiyetle yapardım. Temizlik sorun bile olmazdı asla. Daha çok riske girerdim. Seyahat ederdim daha fazla. Daha çok güneş doğuşu izler, Daha çok dağa tırmanır,  Daha çok nehirde yüzerdim. Görmediğim bir çok yere giderdim. Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. Farkında mısınız bilmem yaşam budur zaten. Anlar, sadece anlar.  Siz de anı yaşayın. Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan Gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım. Eğer yeniden başlayabilseydim İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürü

İnsan Yorulur İnsan Olmaktan!

Resim
Emile Durkheim SUICIDE kitabıyla sosyoloji biliminin kurucusu sayılır. Emile Durkheim sadece istatistiksel veriler toplayarak sosyoloji de yeni bir dönem başlamıştır. Böylece sosyoloji de alan taramaları başlamış, neden / sonuç çözümünü darbeleyen, sosyolojiyi toplum sorunlarını çözmeden uzaklaştıran bir devir başlamıştır.  Amerika kıtasının kuzeydoğusunda bulunan Grönlan'ın insanları ilkel şartlarda balıkçılık ile geçiniyorlardı. Danimarka bu insanlara içinde yaşayacakları ev verdi, intihar oranları nüfusa göre artmaya başladı. Bulunduğumuz zamandan bir örnek; BBC ilkel şartlarda yaşayan bir insan topluluğuna çağın bütün teknolojilerini veriyor, daha sonra bu insanlar hakkında gözlem yapıyor. Bu insanlar gün geçtikçe büyük şehirlerde yaşayan insanların halini sergiliyor ve depresyon gibi, stres gibi hastalıklara yakalanıyorlar. İçinde bulunduğumuz zaman yani tüketim çağı, bir insana gereğinden fazla şey yüklersen acı çeker, sığınacak yer bulamaz ve çöker diyor. Buna şö

Hipnoz Halindeyiz!

Resim
Özgürlük kavramı fikrimce bir insanın her istediğini yapması değil, belirli bir otorite tarafından yapmaya zorlandığı şeyleri yapmamasıdır. Çeperdeki bütün sahte kimliklerden, maskelerden, kendinle özdeşleştirdiğin zihinsel illüzyonlardan vazgeçtiğinde merkezini de bulursun. Hayat zaten hep bir şeylerden vazgeçmelerin öyküsü, bebeklikten, çocukluktan, sevmekten, ayrılmaktan, ağlamaktan, gülmekten, inanmaktan, inanmamaktan, yeniden aşık olmaktan, yaşlanmaktan, vazgeçmekten. Vazgeçmeyi, vazgeçip de öylesine yaşamaktan ve bu gerçeğin gerçek olmasından kuşkulanıp yaşayarak denemekten. İnsanların his duyları, gözlerin görmediği şeyleri hisleriyle görme imkanları var. Herkese kulağını aç, çok azına sesini ver. Dinlenecek çok insan, konuşmaya değer az insan var. Kendi içimizde bile öyle çok ikilemle karşılaşıyoruz ki, bir de karşınızdaki anlayamayacak kapasitedeyse iyice boğuluyoruz. Sarsıcı olan insanların samimiyetsizliği ve olaylara olan duyarsızlığı, bu da yaşam enerjimizi azalt

Kullanılmayan Akıl Beyne Yüktür...

Resim
Geçmişini bilmeyen, araştırmayan, öğrenmeyen, ülkemizde yaşamayıp halimizden anlamayan insanlarla dolu her yer. Fikri olmayan, konuşmayı bilmeyen, ezbere bir şeyler söyleyip ne dediği anlaşılmayan ama bunca cahilliğe rağmen kendisine deli gibi güvenen, insanlara saygısı olmayan, kendisinden başka kimseye konuşma fırsatı vermeyen insanlar mevcut, elle tutulur bir tane cümle kuramazlar. Mantık yok, bilgi yok, fikir yok, eğitim yok, boş laf çok. Ahlak ve insani erdemlerin seviyesi tercihleri belirler, yetiştirilme tarzı ve üstüne yapılandırdıklarımız da buna katkı sağlar. İnsan öncelikle kendi ağızdan çıkan sözü kendi kulağıyla duymalı. Ama bazılarının aklına gelenler hemen dillerinden dökülüyor, diğer organlarını kullanmayı bile bilmiyorlar. Cehalet ruhun bilinçsizliğidir, dolayısıyla kullandığımız dil ve üslup davranışlarımızı, davranışlarımız düşüncelerimizi, düşüncelerimiz algımızı ve ruhumuzu yansıtmaktadır. Türkiye'de yaşayan herkes Müslüman değil, Türkiye'

Sevgi her yere yakışır...

Resim
Destan destan mısralar yazalım her satırına sevgi ile başlayalım. Sevgi şifadır, sevgi güçtür, sevgi değişimin mucizesidir. Sevginin yakışmadığı yer var mıdır? Nereye koyarsan oraya yakışır, yeter ki sevmesini bilelim. Sevmeye başlayan yaşamaya da başlar. Bir tarafımız gökyüzüne bakıyor, bir tarafımız toprağa, sevmek sevilmek yoksa her şey boş, insanoğlu gidemiyor bir bakıştan öteye. Sevgi emek ister, altın tepside önümüze getirilmez, sevgiyi hak etmek gerekir. Sevgi hayatın özüdür, sevgisiz kalmış her canlı hastadır, ilacı ise yine üstünü örttüğü sevgidir. Sevgiyle yaklaşarak güzelliğe işaret eder, aydınlığı görürüz. Mutsuzluğun sadece sevgi eksikliği olduğunu, kaynağın ise yine bizde olduğunu gösteririz. Yaşadığımız dünyada bu pek mümkün değil. İnsanlar nefrette de, sevgide de dengeyi tutturamadıklarından kaybediyor ve mutsuz oluyorlar. Sevgimizi verdiklerimiz bizi ters düz ederken, nefreti esirgemediklerimiz bizi yine ters düz edebiliyor. Bu iki zıt kavramı hiç hak etmeyen

Hayata Uyum Sağlamak Bile Değişimle Başlar...

Resim
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Hiçbir şey durağan değildir önemli olan değişimin hızına ayak uydurabilmektir. Hayata uyum sağlamak bile değişimle başlar. İnsan bunu yaş aldıkça daha iyi fark ediyor. Zamanında öğretilmiş dar kalıpların ne kadar yanlış olduğunu tecrübelerle anlıyor ve değişimin zorunlu olduğunu görüyoruz. Yenilikleri kabullenmemek zihinsel bir ölümdür, aynı fikri savunan kişi durağan, hareketsiz, ölü olarak yerinde kalır. Yenilenmek için değişim şarttır, bu değişim sancılı olsa bile peşinden gelen canlılığı armağan eder. Düşünceleri sabit insanlar şimdiyi ve geleceği bir türlü anlayamamış, sürekli etrafıyla çatışma halindedir ve çoğu cümleleri bizim zamanımızda diye başlar. Oysa o zaman bitmiştir, gelişime götürecek olan şey ise şu anı, geleceği anlamak ve ona göre yeni fikirler geliştirmekten geçer. Düşünmek varoluşun hafifliği olunca doğruyu, güzeli herkes için geçerliliğince görene, duyana, bilene, bilmek isteyene değişim mümkünken inadına kendi

Muhteşem İkiyüzlülük

Resim
70'li yıllar yer Fransa parlamentosu, kürsüdeki konuşmacı iyi bir sunum yapıp çalışmalarını anlatmış, muhtemelen geçerli not alacak iyi puan toplayacak. Karşı gruptan bir milletvekili yerinden; 'Sen onu bunu boş ver, ben akşam senin eşinle birlikteydim, sen önce ailene sahip çık...'' Ortalık karışır, iki grup birbirine girer, kavga, kıyamet. Kürsüdeki konuşmacı o gürültü patırtı içinde kürsüden sesini duyurmaya çalışmak için çırpınmaktadır, parlamento tatil edilir. Ve gazeteciler kürsüdeki konuşmacıya, herkes kavga ederken siz kürsüden sesinizi duyurmaya çalışıyordunuz, ne söyleyecektiniz? Konuşmacı, 'BEN EVLİ DEĞİLİM onu anlatmaya çalışıyordum.' Bizim gibi algı yönetimi çok kolay oluşturulabilen toplumlarda böyle bel altı konular rağbettedir. Bizim gibi toplumlar ekonomiymiş, dış siyasetmiş, eğitimmiş pek ilgilenmezler. Kitap okuma oranı 1 olan bir toplumda kadınların baş örtüsü en geçerli polemik konusudur. Isıt ısıt sür, ondan sonra karşındakiler yıllar