Atatürk analitik düşünmeyi öğretiyor.
Arkamda büyük bir kara tahta vardı. Atatürk “Kalk bakalım genç profesör tahtaya” dedi. Tahta başına vardığımda bana üç kelime yazdırdı. “Su, tuz, deniz”. Şimdi bu üç kelimeden Türkçe’de, Fransızca’da, Almanca’da kaç cümle yapılabiliyordu? Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamıştım. Şaşkınlığım geçince aklıma gelen cümleleri sıralamaya başladım.
1) Denizin suyu tuzludur.
2) Suyu denizin tuzludur.
3) Tuzludur denizin suyu.
4) Suyu tuzludur denizin.
5) Denizin tuzludur suyu.
Şimdi bu üç kelimeden Fransızca’da ve Almanca’da ancak ikişer cümle çıkarılabiliyordu. Atatürk sordu. Bu durum Türkçenin lehine mi, aleyhine mi? Hafif bir irkintiden sonra dedim ki “Efendim, bir bakıma bu bir söyleyiş zenginliğidir.” Çünkü kurduğumuz beş cümle arasında küçük farklar vardır; bu bir çeşit nüans zenginliğidir.” Atatürk “evet ama” dedi “Bunun büyük bir sakıncası var.” Sonra ilave etti. “Milletler arası antlaşmalar niçin Fransızca yazılır?” Doğrusu bu soruya da hazır değildim. Fransa'nın büyük bir devlet oluşu buna neden olabilirdi. Atatürk “hayır” dedi. “Fransızca öyle bir dildir ki kelimelerin cümle içerisindeki yeri sağlamdır. Bu sebeple Fransızca bir metin yıllar sonra okunsa daima aynı anlama çıkar.”
İlginç bir görüştü bu...
(ALINTI / ORD. PROF. DR. SADİ IRMAK)
Atatürk burada analitik düşünmeyi öğretip, dilimizin zenginliğini ve eksikliğini belirtiyor. Türkçe dünyanın en eski ve en zengin dili ama maalesef yuvarlanması da en kolay dili.
Dilde yalınlaşmanın önemini vurguluyor, her kelimenin yeri sağlam, yıllar sonra bile aynı anlam çıkar. Dilini yabancı kelimelerden temizlemen gerek. Nüanslarından (farklarından) dolayı insanlar anlamları kaydırabilir, yani yeni anlamlar ekleyebilir ve bu da büyük bir tehlikedir.
Bizler her zaman Türkçe konuşuyorduk. Alfabe değişince konuşulan dil değişmedi. Arap alfabesini de kullansak Türkçe'nin bu durumu değişmez. Atatürk dili değil alfabeyi değiştirdi.
Dilde sadeleşmeden ilk bahsedenlerden birisi ünlü Mevlevi şeyhi Şeyh Galiptir, ardından 2. Mahmut ve 2. Abdülhamit alfabe değişikliğini düşünmüşler ama büyük bir girişim olduğu için teşebbüste bulunamamışlar. Dilde sadeleşmeyi ve alfabe değişikliğini birlikte düşünmek gerekir. 2. Mahmut ve 2. Abdülhamit son derece güçlü padişahlardır. Osmanlı'da okuma yazma oranı kesin olmamakla birlikte erkek %7, kadın %1'den daha az. İletişimi kolaylaştırmak için 1914 yılında Enver Paşa imlası diye bilinen uygulamaya bile geçildi ama 1918'den sonra vazgeçildi. Dilde sadeleşmeyi ve alfabe değişikliğini Osmanlı yapacaktı ama Atatürk'e kısmet oldu ve başardı.
Hangi türden yazarsan yaz Fransızca'da tür olarak aynısı sabit, yukarıdaki beş çeşit sıralama ne olursa olsun Fransızca'da aynı. Atatürk Fransızcanın yapısal cümle kurgusuna ve diğer dil kurallarına vurgu yapıyor. (Syntax vs)
Fransızca da devrik veya zamirsiz (gizli zamir, fiil çekiminde anlaşılan) cümle kuramazsınız. İspanyolca'da bu biraz mümkündür. (zamirsiz cümle). Her iki dilinde kelime hazinesi (vocabulary) Türkçe'den zengindir ama kafa karıştırır, anadili olarak bilenler bile bunların çoğunu bilmez. Fransızların abuk subuk fiilleri vardır, bazı fiillerin anlamını onlarda bilmez.
kendisine hayran bırakan Atatürk hep önde, hep farklı, hep herkesten ileride.
HÜLYA ÇAKICI
Yorumlar
Yorum Gönder