Yaşam bir nehir gibidir öylece akar...
Yaşlılık insanın hayatının en güzel dönüm noktası. Her yaşın bir güzelliği, her yaşın bir oluru var. Her yaş bir tecrübe, her tecrübe bir olgunluk getiriyor hayatımıza. Ve hayatta olurları olmazlarıyla birlikte sunuyor elimize. Hal böyleyken dış görünüşün bir önemi yok. Kişi nasıl rahatsa onu yapmalı, nasıl mutluysa öyle yaşamalı, bir kere geliyoruz dünyaya ama bir kere de ölüyoruz. Başkalarını dinleyemeyecek kadar hızlı geçiyor zaman. Allah'ın bizlere emanet olarak verdiği bedenin kıymetini bilelim ve gerçekten mutlu olmak için yaşayalım, başkalarını mutlu etmek adına kendi mutluluğumuzu heba etmeyelim. Bu can, bu beden bizim ve nasıl rahatsak nasıl mutluysak öyle yaşayalım.
Olgunluk yaşanan olayları tecrübe etmekle oluşur. Hep gülen biri, gözyaşının yanaklara değil yere düştüğünü sanır. Bir gün hepimiz toprağa teslim olacağız, önemli olan hayatımıza bir ömür sığdırabilmek. Kimimiz yaşlanıyoruz, kimimiz daha gençliğimizin başında göçüp gidiyoruz. O yüzden keşkelerimizi bir kenara bırakarak hedefimize odaklanmalıyız. Cebimizdeki umutlarımızı, hedeflerimizi, hayallerimizi ve sevdiklerimizi önümüze koymalıyız. Bundan sonra daha iyi neler yapabilirim diye çabalamalıyız. Kırılan kalpleri onarmak için, sonraya bırakılmış planlarımızı yapmaya başlamak için gayret etmeliyiz. İçimizdeki ölümün tek korkusu yapamadıklarımız ve ertelediklerimiz. Sevdiklerimizle daha fazla vakit geçiremediğimizi düşündüğümüz için. Ölümden korkmadığımızı söyleriz ama ölüm ensemize üflese üşürüz. Hiçbir zaman geç değildir. Her gözümüzü açıp kapadığımız da milyonlarca insan ölüyor ve doğuyor. Bunlardan biri bir gün biz olabiliriz.
Gençken ölmeyecekmişiz gibi mi düşünüyoruz bilemiyorum ama bunun ayırdında olamıyoruz. Ve sevdiğimiz insanları daha çok kırabiliyoruz. Özellikle çocuklarımızı, ailemizi. Nasıl olsa ailemiz bizi sevmekten vazgeçmeyecek diye düşündüğümüz için galiba. Bir gün onlar bu dünyadan göçüp gittiklerinde o zaman ne kadar pişman olsak da giden gitmiş oluyor. Bir özür bile dileyip kalplerini kazanamamış olmaktan kaynaklanan ağırlık kalıyor yüreklerde geriye. Kendimizi kalp kırmaya değil de, kalp kazanmak için çalışmaya programlasak ne güzel olurdu dünya.
Bir baba, bir gün oğluna: ”Her kırdığın insan için şu tahtaya çivi çak demiş.” Oğlu, babasının dediğini yapmış. Sonra bakmış ki tahta çivilerle dolmuş taşmış. Sonra babası ”Şimdi Kırdığın İnsanların Gönlünü al, her aldığın gönül için bir çiviyi sök” demiş. Çocuk babasının yanına çivileri söküp geri gelmiş ama tahta delik deşikmiş. Baba evladına şöyle demiş; ”İnsan kalbi bu tahta gibidir oğlum, kırdığın kalbi düzeltirsin fakat İzleri hep kalır.”
Hamur pişmeden ekmek olmaz. İnsan da yanmadan hayatın değerini anlayamaz. Mutlaka bir fırın da pişmek gerek. Keder ve üzüntüler kıyıya vuran dalgalar gibi gelip gider. Hayatın bize sunduğu her şey acısıyla tatlısıyla tecrübedir.
HÜLYA ÇAKICI
Yorumlar
Yorum Gönder